04 Temmuz 2024

Dersler bitmişti. Okuldan çıktım. Çok sevinçliydim, derslerden beş almıştım. Dedemin evinin yolunu tuttum, okul çıkışı oraya gitmem gerekiyordu. Uzaktan,kitap mağazasının yanında teyzelerimi gördüm ve koşakoşa yanlarına gittim.

– Teyze,teyze! Ben bugün hep beş aldım, dedim.

 Ama teyzelerimin hali bir garipti. Birbirine belinden sarılmış hızla yürüyorlardı. Yanlarına gidince ağladıklarını gördüm. Ben onları böyle hiç görmemiştim.

-Beş aldım,  sönük bir sesle bir daha tekrarladım. Sevincimi paylaşan yoktu.

– Neden ağlıyorsunuz? diye sordum.

Küçük teyzem Leyla hıçkırıklara boğuldu. Anife teyzem ağlaya ağlaya:

-Anay öldü, dedi.

Hayatımda ilk defa öldü sözünü yakınım için söylendiğini duydum. Manasını tam anlayamıyordum, ama kötü bir şey olduğunu görebiliyordum.

– Sen git eve, dediler.

– Hayır, ben de sizinle geleceğim!

 Leyla teyzem sert bir sesle:

-Eve git dedim.

 Küstüm ona, çünkü ilk yeğenleriydim, beni çok severlerdi. Böyle davranışı onlardan hiç beklemiyordum. Okulda aldığım notları da unuttum. Keyifsiz bir şekilde dedemin evine gittim. Evde kimse yoktu. Anahtarı rus komşudan alıp eve girdim. Kulaklarımda teyzemin sesi tekrarlıyordu:‘’anay öldü’’. Anay, dedemin annesiydi. Kırım’dan üç oğluyla sürgün edilen güçlü bir kadın. Kocası almanlarla olan savaşta kayıp olmuştu. O ise bütün Kırım tatarlar gibi ‘’Vatan haini’’ damgasını alarak üç çocuğuyla Özbekistan çöllerine sürülmüştü. Dedemi trende az kalsın kaybediyordu. Dedem hastalanmıştı, vücudunda yaralar çıkmıştı, çürümeye başlamıştı. İlacı bir tarafa bırakın, temiz su bile yoktu. Trenin durduğu her  istasyonda askerler hasta olanları trenden indirip başka yere götürüyorlardı. Anay dedemi kirli çamaşırların arasında saklıyordu. Sonuna kadar saklaya bilmeyeceğini  biliyordu, o yüzden trenden geri kalabileceği tehlikeyi göze alarak, bir  sonraki istasyonda köylerinin imamını bularak, ona yarım bardak suyu okutturdu. O suyu dedemin yaralarına sürerek iyileştirdi ve dedemi o askerlerin ellerine vermedi. Anay…ona her kes Anay diyordu. ‘’Ana’’dan geliyor. Ama Anay deyince sanki daha büyük, her kesin anası gibi. Nur yüzlü,tertemiz, kısa boylu, ince belli ama güçlü olduğu gözlerinden okunuyordu sanki. Üç oğlunu tek başına sürgünde büyüttü, evlendirdi, torun sahibi oldu. Torunlardan ilk olanı annemdi. Kız torun,hasretle beklediği kız torundu. Kızının olmasını çok istiyordu, ama olmadı. O yüzden annem yaşını doldurunca yanına aldı. Annemi  Anay büyüttü. Anay’ın evini hatırlıyorum, küçücük iki oda ve daha küçük bir mutfak. Ama en çok hatıralarımda kahve ve tütün kokusu. Anay tam bir kahve ve tütün tiryakisi idi. Kahveni Kırımdan yanına aldığı taş değirmende övüterek içerdi, başkasını kesinlikle içmezdi. Her kesin metal kahve değirmeni  vardı.  Anay: “demir, kahvenin tadını bozar” derdi. Büyük cezvesi de onunla sürgün yolunu geldi. Gözü gibi saklardı onları. Tütün ise başka bir olay. Özbekistan’da Kırım tütününü bulmak mümkün değildi, Anay ise dediğim gibi tiryakisi idi. Hatırladığım kadarıyla mağazadan alınan filtresiz sigaranın içindeki tütünü boşaltarak, kendisinde bulunan özel kağıttan ince bir sigara sararak, içerdi. Onun sigara yapımını izlemek hoşuma gidiyordu. O dişsiz ağzında incecik sigarayı tutması ayrı bir güzellikti. O dönemler  kadının sigara kullanması cinayet gibiydi. Söz konusu bile olamazdı. Anayın sigara kullandığını her kes biliyordu, ama kimse yadırgamıyordu, çünkü; o başka idi. O, sigaraya daha Kırım’da alışmıştı. Vatanda. Kırım’ın meşur tütünü. Bu Vatandan bir hatıra-tabu. Buna kimse dokunamazdı.  

Kıyafetleri hep aynı idi sanki. Kahverengi boydan elbise, başında beyaz örtü.Belinde beyaz peştımal hiç eksik olmazdı. Aklımda hep öyle kaldı…

Anay’ın ev düzenini fazla hatırlamıyorum, sadece bir odası göz önümde sanki. Pencerenin önünde eski bir karyola, duvar dibinde de daha eski derisi çatlamış koltuk vardı. O koltukta kimse oturmazdı.Çünkü Anay odanın ortasında Kırımtatar usulü minderlerde otururdu, ortada da bir kona(kısa bacaklı yuvarlak masa).

İşte hatırladığım o gün ailemizin büyüğü Anay’ı kaybetmiştik. Cenaze. Özbekistan’da bir kabristanlık. Kırımtatar kabristanlığı,mezarlıklar. Binlerce böyle mezarlıklar. Her mezarlık ayrı bir 18 Mayıs 1944 hikayesi, sürgünlük hikayesi. Yazılamayacak hikayeler. Vatan Kırım hasretiyle sönen hayatlar. Birileri böyle istedi diye.

                                                                                                  Elvina Murza Demir

                                                                                                                        06.05.2019

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir